Karlov Terör Diplomatik Koruma Sorumluluğu
I.   Giriş
II. Diplomatik Temsilcilerin Korunması Yükümlülüğü
III. Uluslararası Hukuka ve Türk Ceza Mevzuatına Göre Terörizm
IV. Türkiye’nin Etkin Cezai Soruşturma Sorumluluğu
V. Türkiye’nin Karşılaşabileceği Hukuki Yaptırımlar
VI. Sonuç Yerine
        Bu makale; Rus Büyükelçisi Andrei Karlov’un Ankara’da vurulmasının devletler hukuku, terörizme ilişkin ulusal mevzuat ve insan hakları hukuku karşısında, Türk devletinin karşılaşabileceği hukuki yaptırımların kısaca irdelenmesine ilişkindir. Türkiye Cumhuriyeti, (i) diplomatik temsilcilerin korunması sorumluluğu gereği Rusya Federasyonu’na karşı devletin hukuki sorumluluğu ve etkin soruşturma yükümlülüğü; (ii) terörizme ilişkin kendi mevzuatı gereği Karlov’un ailesine karşı maddi ve manevi tazminat sorumluluğu ile etkin soruşturma yükümlülüğü ve nihayet (iii) uluslararası insan hakları hukukundan kaynaklanan yükümlülükleri sebebiyle hem Karlov’un ailesine hem de Rusya’ya karşı tazminat ve etkin soruşturma sorumlulukları altında kalabilecektir.
Anahtar Kelimeler: Andrei Karlov; Rus Büyükelçisine suikast; 19 Aralık 2016 Ankara saldırısı; diplomatik temsilcilerin korunması; terörizm tanımı; “Diplomasi Ajanları da Dahil Olmak Üzere Uluslararası Korunan Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” (1973 BM Sözleşmesi); etkin soruşturma; “sosyal risk” teorisi; “aut dedere aut judicare”; 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu; Mevlüt Mert Altıntaş.
        This article is on the possible legal responsibilities which Turkish State may face, in relation to the shooting of the ambassador of the Russian Federation to Turkey, under international law, the latter’s domestic provisions on terrorism, and human rights law. The Republic of Turkey can be held accountable (i) due to the obligation of the hosting State to protect the diplomatic agents, in respect to the principle of State responsibility to Russian Federation; (ii) due to its own legislations on terrorism, in respect to the obligations of effective investigation and of compensation of Karlov’s family’s pecuniary and non-pecuniary losses; and finally (iii) due to its engagements in international human rights law, in respect to the obligations of effective investigation and of compensation of Karlov’s family’s losses.
Key Words: Andrei Karlov; assasination of Russian ambassador; Ankara shooting of 19 December 2016; protection of diplomatic agents; definition of terrorism; “Convention on the Prevention and Punishment of Crimes against Internationally Protected Persons, including Diplomatic Agents” (the 1973 UN Convention); effective investigation; “social risk” theory; “aut dedere aut judicare”; Anti Terror Law No. 3713; Mevlüt Mert Altıntaş (Mevlut Mert Altintas).
I. Giriş        Rusya Federasyonu’nun, 12 Temmuz 2013’ten bu yana Ankara’da görev yapan büyükelçisi Andrei Karlov; 19 Aralık 2016 akşamı, Mevlüt Mert Altıntaş adlı ve o an görevde olmayan bir polis memuru tarafından gerçekleştirilen suikasta kurban gitmiştir. Olay sırasında birtakım Türkçe ve Arapça sözlerle Suriye’nin Halep kentindeki Rus varlığını protesto ettiği bildirilen Altıntaş, suikastı takip eden operasyon sırasında polis tarafından vurularak öldürülmüştür. Olay sırasında Büyükelçi Karlov’un yanında herhangi bir koruması olmadığı gibi, kendisine Türkiye tarafından sağlanmış bir koruma memuru da olmadığı anlaşılmaktadır. Büyükelçi Karlov’un öldürüldüğü sanat galerisinin özel güvenlik görevlilerinin de, failin polis kimliği göstermesi ve koruma rozeti takıyor olması sebebiyle olay öncesinde Altıntaş’a müdahale etmedikleri iddia edilmektedir. Suikastı takip eden günlerde Rus ve Türk makamlarının ayrı ayrı ve birlikte yaptıkları açıklamalar ile olay hakkındaki ceza soruşturmasının yürütülmesinde işbirliğine gidilmesi kararlaştırılmış , bunun üzerine Rusya’dan gelen adli bilimler ekibince olay yerinde ve Karlov’un otopsisinde incelemelerde bulunulmuştur. Daha sonraki günlerde saldırının planlayıcısı olarak Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ve Fetih el Şam (El Nusra) Cephesi gibi örgütler gösterilmişse de; bu konudaki ceza soruşturmasının devam ediyor olması ve olayın tek doğrudan failinin ölü olması nedeniyle , bu konu henüz netlik kazanamamıştır.
II. Diplomatik Temsilcilerin Korunması Yükümlülüğü        Uluslararası Teamül Hukuku ile çeşitli iki veya çok taraflı uluslararası andlaşmalarda, diplomatik temsilcilerin korunması yükümlülüğünün kabul eden devlet üzerinde olduğu geniş kabul görmektedir. Buna dayanak olarak, özellikle; diplomatik ilişkiler hukuku alanında teamül hukukunu kodifiye ettiği kabul edilen ve ülkemizin de (çekince veya beyan koymaksızın) taraf olduğu “18 Nisan 1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi”nin 29. maddesi gösterilmektedir. Bu maddeye göre “Diplomatik ajanın şahsî dokunulmazlığı vardır. Hiçbir şeklide tutuklanamaz veya gözaltına alınamaz. Kabul eden Devlet diplomatik ajana gereken saygıyı gösterecek ve şahsına, özgürlüğüne ve onuruna yönelik herhangi bir saldırıyı önlemek için uygun tüm önlemleri alacaktır.” Böylece, kabul eden devletin, gönderen devlet diplomatik misyonunun tüm üyelerini ve bunların ailelerini korumak zorunluluğu tartışmasız hâle gelmiştir. İncelememiz konusu olayın bir misyon şefinin şahsına yönelik bir saldırı olduğu ortadadır. Her ne kadar birçok farklı kaynakta, Büyükelçi Karlov’un özellikle koruma istemediği ve zırhlı araç kullanmadığı ileri sürülmüşse de ; bu durum teyit edilebilmiş olmayıp, zaten kabul eden devlet olarak Türkiye’nin koruma zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de “Elçiliğin silahlı korumalarının uymak zorunda olduğu ortak kurallar var, sadece elçiliğe ait bölgede çalışıyorlar ve buranın dışındaki yerlere silahla çıkmıyorlar. Sorun da tam burada. Bunun Türkiye ile ilgisi yok, bu durum birçok ülkede böyle.” şeklinde konuştuğu aktarılmıştır. Kabul eden devlet, ilgili diplomatın rahat ve huzur içerisinde çalışması imkânını ortadan kaldırmayacak şekilde, o diplomat istemese dahi, gerekli korumayı sağlamalıdır. Bu durum, terörist saldırılara karşı özellikle böyledir. Zira bir terör eylemi, sıradan suçlara nazaran, mahiyeti itibariyle, hem daha fazla tehlike arz etmekte hem de arzulanan hedefler itibariyle bir diplomatın hedef alınmasını daha olası hale getirmektedir. Yine, hem Türkiye’nin hem de Rusya’nın taraf olduğu, “Diplomatik Temsilciler de Dâhil Olmak Üzere Uluslararası Korunmaya Sahip Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” , diplomatik temsilcilere karşı kasten işlenecek birtakım fiillerin iç hukukta suç olarak kabul edileceğini öngörmüştür. Bu fiiller arasında, “cinayet” de yer almaktadır (m.2/1/a). Aynı sözleşmede taraf devletlere cezalandırma sorumluluğu yüklenmiş, aksi hâlde ise (çoğu kez gönderen devlet makamları için de yargılama hakkı söz konusu olacağından) “suçluların iadesi”ni öngörmüştür (m.6). Bu koruma sorumluluğunun yerine getirilmemesi ve/veya etkin soruşturma yapılarak sanıkların yargılanmaması (veya iade edilmemesi) halinde, kabul eden devletin gönderen devlete karşı tazminat sorumluluğu doğacaktır. Sözleşme, bu sorumluluğun belirlenmesinde ve sözleşmenin yorumlanmasında, ikili görüşmeler ve tahkimin sonrasında, Uluslararası Adalet Divanı’nın yetkisini de kabul etmiştir. Bir diğer deyişle, şayet bu Sözleşme’nin alanına giren bir talep mevcut olursa, talebin ikili görüşmelerde reddi ve akabinde tahkimden sonuç alınamaması hâlinde , artık Uluslararası Adalet Divanı’nın yetkisi devreye girecek, Divan da kendisine başvuru hâlinde uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ihlâl edilip edilmediğini denetleyecektir. Örneğin, Uluslararası Adalet Divanı’nın Rehineler Davası’nda (Birleşik Devletlerin Tahran’daki Diplomatik ve Konsüler Personeline İlişkin Dava – ABD İran’a karşı) verdiği karar böyle bir karardır. Bu davada Divan, kabul eden devlet olan İran’ın diplomatik personelin rehin alınmasına ilişkin olaylarda, en azından koruma ve müdahale açılarından eksik veya yanlış hareket etmiş olduğuna ve bu durumun gönderen devlet ABD’ye karşı sorumluluk doğurduğuna hükmetmiştir. Bir diğer deyişle; kabul eden devlet sıfatını haiz olan İran’ın, ülkesinde görev yapan yabancı devlet diplomatlarının fiziki güvenliklerini koruyamadığı için, uluslararası hukuk sorumluluğu doğmuştur. Türkiye’nin Karlov meselesinde karşı karşıya olduğu en önemli risklerden biri de budur. Zira Türkiye, suikast öncesinde Büyükelçi’ye yönelmiş somut ve yakın bir tehlike olsun veya olmasın, Karlov’un korunamamış olmasından ötürü sorumlu olacaktır.
III. Uluslararası Hukuka ve Türk Ceza Mevzuatına Göre Terörizm        Her ne kadar uluslararası hukukta, terörizme ve terör suçlarına ilişkin tek bir tanım olmayıp, terör suçları ancak farklı uluslararası sözleşmelerle çözüme kavuşturulmuşsa da ; bu alanda eser veren birçok uzman ve araştırma yapan birçok örgütçe, hem bu sözleşmeler hem de ulusal hukuklar kaynak alınarak, yeknesak bir tanıma ulaşılmaya çalışılmış, en azından temel birtakım noktalarda ortak payda bulunmuştur. Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ve Lübnan için Özel Mahkeme’nin başkanlıklarını da yapmış olan ünlü uluslararası ceza hukukçusu Antonio Cassese’nin birçok farklı uluslararası sözleşme ve metinlerde tespit etmiş olduğu “ortak payda” tanımında şu unsurlar göze çarpmaktadır: “(i) barış zamanında ulusal ceza mevzuatında normal şartlarda suç olarak kabul edilen fiillerin işlenmesi veya bu fiillerin ika edilmesine iştirak edilmesi; (ii) bu fiillerin toplumda bir korku ortamını tahrik etmek ya da bir devleti veya uluslararası örgütü belirli bir yönde eyleme geçme konusunda icbar etmek saikiyle yapılması; (iii) bu suçların özel çıkarlar için yapılmaması, politik veya ideolojik olarak motive edilmiş olması.” Türk ceza hukukunda ise durum biraz daha farklıdır. Terör suçlarını düzenleyen ana mevzuat metni olan 12.04.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yukarıdaki ortak paydayı aşan birtakım farklı tip suçlar da öngörülmüştür. Örneğin; “terör örgütü üyeliği” ve “terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi” bu suçlardandır. Bu suçların maddi unsurları, terör örgütü bağlamı dışında irdelendiklerinde, tek başlarına suç teşkil etmezler. Örneğin terör örgütüne ait bir amblem taşımayan bir üniformayı giymek, bu kapsamda suç oluşturmaz. Bir diğer deyişle, şayet “terör örgütü” unsuru ilgili suç tipinde açıkça yer almasaydı, tecziyesi mümkün bir fiil ortaya çıkmazdı. TMK m.4’te, bazı kanunlarda yer alan birtakım suçlar tahdidi olarak sayılarak, bunların “1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu” sayılacağı kabul edilmiştir. Bu suçlardan TCK’nin 82/1/g (kasten öldürmenin nitelikli hâli – “kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle” ) maddesi, inceleme alanımıza doğrudan ilişkindir. Şayet polis memuru Altıntaş’ın veya varsa diğer şüphelilerin, inceleme konusu fiili, yapılacak kovuşturma sonucunda elde edilecek kesin hükümle, bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işledikleri anlaşılırsa; işlenen suç hem Türk hukukuna hem de uluslararası hukuka göre terör suçu teşkil etmiş olacaktır. Nitekim saldırıya ilişkin ilk tepkilerde, olayın bir terörist saldırı olarak kabul edildiğine dair net açıklamalarda bulunulmuştur. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova, 19.12.2016 tarihli beyanatında, olayı bir “terörist eylem” olarak yorumlamış, Rusya’nın terörle mücadelesinin devam edeceğini duyurmuştur. Türkiye Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da “Bu olay nedeniyle Türk polisinin sanki bu suikasti gerçekleştirmiş gibi takdim edilmesi, büyük bir saygısızlık ve iftiradır. Her grubun içerisinde yanlış yapan birisi olabilir. Bu kişi görevi itibariyle polis olabilir ama Türk polis teşkilâtı, Türkiye devleti adına bu işi yapmadığı gün gibi ortadadır. Bu, bir terör saldırısıdır, bu çok nettir. Bunun arkasındaki bağlantılar da ortaya çıkacaktır.” demiştir. Yine uluslararası toplumdan bu yönde birçok tespit ve destek gelmiştir. Örneğin İspanya Dışişleri Bakanlığı, olaya ilişkin olarak resmi web sitesinden yaptığı açıklamada, “terörizme karşı mücadeleye ilişkin kararlığını yinelediğini” açıklamıştır. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı da eylemi “kanlı bir terörist eylem” olarak nitelemiştir. Kanaatimce, basına yansıyan bilgiler ve resmi makamların açıklamaları da dikkate alındığında, incelememize konu suikastın bir terör eylemi olduğunun kabulü gerekir. Zira hem uluslararası hukuk açısından hem de Türk ulusal mevzuatına göre gerekli olan şartlar gerçekleşmiştir. Failin olay sırasındaki sözlerinin içeriği ve fiili kasten basın yayın organlarının kameraları ve birçok şahit önünde gerçekleştirmesi, eylemin halk nezdinde korku ve panik yaratmak amacını göstermektedir. Yine, bir diplomatik misyon şefinin, kabul eden devlet sınırları içerisinde vurularak öldürülmesinin, hem bu devleti hem de gönderen devleti belirli konularda eyleme geçmek veya eylemden imtina etmek yönünde icbar etme amacı taşıdığı ortadadır. Failin olay sırasındaki sözleri de bunu göstermektedir. Ayrıca, basına yansıyan bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla, Büyükelçi Karlov ile polis memuru Altıntaş arasında kişisel bir husumet bulunduğu düşünülmemektedir. Altıntaş, gerçekleştirdiği eylemi polis memurluğu vazifesinin gerekleri dâhilinde ortaya koymamış, kendisine verilen bir göreve ilişkin hareket etmemiştir. Yine, Altıntaş’ın bu eylemi bağlantısız (“lone wolf”) olarak işleyip işlemediği de eylemin terörist eylem olarak nitelendirilmesi sonucunu değiştirmez. Fiilin normal şartlar altında da suç teşkil edecek ağırlık ve biçimde vuku bulmuş olması ve sayılan diğer hususlar karşısında; artık fiilin terör suçu niteliği taşıdığı aşikârdır. Bu noktada failin hangi örgüte mensup olduğu da bu nitelendirme açısından önem taşımaz.
IV. Türkiye’nin Etkin Cezai Soruşturma Sorumluluğu        Bilindiği üzere; bir devletin, kimseye karşı suç işlememe şeklindeki negatif sorumluluğunun yanı sıra, aynı zamanda ciddi tehdit altındaki “mağdur adayları”nı koruma ve işlenmiş bir suçu etkin şekilde soruşturma şeklinde pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Keyfiyet, yalnızca iç hukukta öngörülen ceza mevzuatına değil, aynı zamanda uluslararası hukuka da dayanmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) yargısal organı İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) de müstakar içtihadı ile bu konuya sıklıkla eğildiği vurgulanmalıdır. İHAM, Türkiye’yi de ilgilendiren birçok kararında, örneğin suikasta kurban giden birine ilişkin olarak etkin ve yeterli bir soruşturma yapılmamasını, İHAS m.2’nin ihlali olarak kabul etmiştir. “Dink Türkiye’ye karşı” davasında önceki kararlarına atıf yapan İHAM, şu şekilde içtihat etmiştir: “AİHM, AİHS’nin 2. maddesi ile öngörülen yaşam hakkının korunması yükümlülüğünün, 1. madde uyarınca “kendi yetki alanı içinde bulunan herkese AİHS’de belirtilen hak ve özgürlükleri tanıma[sı]” şeklinde Devlet’e düşen genel görevle birlikte değerlendirildiğinde, ister Devlet görevlileri, isterse üçüncü şahıslar olsun, güç kullanmaya başvurmanın bir kimsenin ölümüne yol açması halinde etkin bir soruşturma yürütülmesi anlamına geldiğini ve bunu şart koştuğunu hatırlatmaktadır.” Neticeten Türkiye, Hrant Dink’in öldürülmesini etkin şekilde soruşturmadığı için, İHAS m.2’yi ihlalden mahkûm edilmiştir. “Etkin soruşturma yürütme” sorumluluğu, kısaca şu şekilde özetlenebilir: (i) Soruşturmanın kurumsal ve pratik olarak bağımsız ve tarafsız bir organca yürütülmesi; (ii) soruşturmanın hızlı şekilde başlatılıp yürütülmesi ve yeterince kapsamlı olması; ve (iii) soruşturma neticesinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmalarının sağlanmasını ortaya koyacak yöntemlerin kullanılması . Bu kapsamda, Türkiye’nin Karlov suikastındaki sorumluluklarından biri de; polis memuru Altıntaş’ın bu suçu tek başına işleyip işlemediğinin ve varsa diğer şüphelilerin kimliklerinin ve olaya dâhil olma ölçülerinin tespiti ile gerekli delillerin toplanarak bir ceza kovuşturması başlatılması ve mümkün olduğu ölçüde ve evrensel hukuk ilkelerine uygun olarak, suçluların cezalandırılmasının sağlanmasıdır. Türkiye’nin bu yükümlülüğünün, soruşturmayı birlikte yürüttüğü Rusya’dan bağımsız olduğu da ortadadır. Salt Rus makamlarının Ankara’ya davet edilerek ceza soruşturmasına (örneğin, olay yerinde delil toplanmasına ve otopsinin gerçekleştirilmesine) dâhil edilmeleri, Türkiye’yi İHAS m.2 kapsamındaki sorumluluktan kurtarmayacaktır. Kaldı ki, mağdurun tabiiyeti itibariyle Rus makamlarının da Türkiye’den bağımsız bir soruşturma yürütme hak ve yükümlülüklerinin olabileceği ve bu başlık altındaki tüm açıklamaların Rusya için de geçerli olacağı unutulmamalıdır. Zira Rusya Federasyonu, Avrupa Konseyi’nin de üyesi olup, İHAS’a taraftır; İHAM’ın yargı yetkisine tâbidir. Bu noktada ayrıca belirtilmelidir ki; şayet Karlov suikastı öncesindeki birtakım olayların , Karlov’un özellikle korunması gerektiği yönünde kabul eden devlet nezdinde güçlü bir kanı oluşturması gerektiği kabul edilirse; Türkiye’nin, İHAS m.2 kapsamındaki bir diğer pozitif yükümlülüğü olan “koruma yükümlülüğü” devreye girebilecektir. Türkiye, gerekli şartlar oluşmuş olmasına karşın, Karlov’u 3. kişilere karşı korumaması sebebiyle Sözleşme’yi ihlâl etmiş sayılabilecektir. Yine, diplomatik temsilcilere karşı işlenen suçlarda etkin bir soruşturma yürütmek ve hukukun ilkeleri çerçevesinde yeterli bir cezayı vermek yükümü, insan hakları bağlamı dışında, aynı zamanda doğrudan devletler hukukunu da ilgilendirir. Nitekim yukarıda zikredilen “Diplomatik Temsilciler de Dâhil Olmak Üzere Uluslararası Korunmaya Sahip Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” ve uluslararası teamül hukuku çerçevesinde, işlenen bir suça uygun ve etkili bir cezai soruşturmanın yürütülmesi gereksinimi ortadadır.
V. Türkiye’nin Karşılaşabileceği Hukuki Yaptırımlar      Bu kapsamda, siyasi ve ekonomik yaptırımlar dışarıda bırakılarak ve Türk iç hukukundan kaynaklanabilecek talepler saklı kalmak kaydıyla, yukarıda aktarılan metin ve analizler ışığında; Büyükelçi Karlov’un öldürülmesi olayında Türkiye’nin karşı karşıya kalabileceği hukuki talepler şu şekilde özetlenebilir:
        (i)Uluslararası teamül hukuku, diplomatların korunmasına ilişkin yukarıda zikredilen sözleşme ve         uygulama alanı bulabilecek diğer uluslararası andlaşma ve teamüller uyarınca ikili görüşmelerde,         tahkimde veya Uluslararası Adalet Divanı önünde ihlalin tespiti, tazminat, özür vb. tatmin yolları ve         (ii)İnsan hakları hukuku uyarınca ihlalin tespiti, tazminat, özür vb. tatmin yolları. VI. Sonuç Yerine        Yukarıda açıklandığı üzere, Türkiye’nin uzun süreden beri maruz kaldığı terörist eylemlerin bir diğeri olan Karlov suikastı; diplomatik ve siyasi cephesi bir yana, hukuki açıdan da önemli sonuçlara gebedir. Her ne kadar her iki ülkenin üst düzey yetkilileri de bu olayın iki ülkenin ilişkilerine zarar veremeyeceğini belirtseler de bu dostane iklimin hep böyle devam edip etmeyeceği veya hukuki talepler açısından geçerli olup olmayacağı tartışmalıdır. Ayrıca, bu şekildeki beyanların, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklara ilişkin olarak, zımnen veya sarahaten ortaya konulmuş bir feragat anlamına gelmeyeceği kanaatindeyim. Pekala Rus yönetimince bir yandan ilişkilerin normalleştirilmesi çabasına devam edilirken, diğer yandan Karlov suikastından kaynaklanan ihlâl(ler)in adilane çözümü için Türk tarafına birtakım talepler iletilebilir. Yine, İHAS pozitif yükümlülükleri çerçevesinde, doğrudan doğruya Karlov’un ailesi/mirasçıları tarafından ileri sürülebilecek talepler de olabilecektir. Kaldı ki bir devletin, diplomatik yollarla, devletlerin uluslararası hukuktan kaynaklanan sorumlulukları çerçevesinde talepte bulunmaması; yukarıda zikredilen şartların oluşması hâlinde, aynı devletçe, insan hakları hukuku kapsamında, İHAM nezdinde devletlerarası (inter-State) bir dava açmasının önüne geçmez. Başka bir ifadeyle; devletin doğrudan uluslararası hukuktan kaynaklanan sorumluluğu ile insan hakları hukukundan kaynaklanan sorumluluğu, birbirleri ile yarışan değil, birbirlerinden tamamen farklı iki taleptir. Gerçi bu iki talepten birinin ileri sürülmeyerek diğerinin ileri sürülmesi devletlerarası ilişkilerde oldukça nadir rastlanılan bir hadisedir. Kanaatimce hukuki ve/veya siyasi dengeleri değiştirecek yeni bir olay olmadan, Rusya tarafından Türkiye tarafına yöneltilecek böyle bir talep de gündeme gelmeyecektir. Olayın terörizme ilişkin değerlendirmeleri siyaset bilimciler, sosyologlar, toplum psikologları ve hatta uluslararası ilişkiler uzmanlarınca da yapılabilecekse de; terör suçlarının hukuki boyutu itibariyle, Karlov suikastını gerçekleştiren diğer faillerin de kovuşturularak cezalandırılmaları gereği ortadadır. Bu durum, salt Türk iç hukukunun değil, aynı zamanda, yukarıda da aktarıldığı üzere, uluslararası hukukun da bir gereğidir.